Ankarahaberler.com‘un haberine göre, yaşanan olay, sadece bir ayrılığın ya da kıskançlık krizi olarak değerlendirilmemeli. Aksine, bu durum, toplumda yaygın olan psikolojik şiddet ve takıntılı ilişkiler üzerine ciddi sorular sormamıza neden oluyor. Haberin tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Son zamanlarda kamuoyunun dikkatini çeken Danla Bilic ve eski sevgilisi Berk Çetin arasındaki olay, yalnızca magazinsel bir gündem değil; aynı zamanda toplumsal ve psikolojik açıdan da oldukça çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Olay, özellikle ‘takıntılı ilişki’, ‘duygusal şiddet’ ve ‘kontrol arzusu’ gibi kavramlarla doğrudan bağlantılı olabileceği varsayımlarını düşündürtmekte.
Saplantılı İlişki Nedir?
Saplantılı ya da takıntılı ilişki, bir kişinin karşısındaki birey üzerinde sürekli bir kontrol ve sahip olma arzusuna kapılmasıyla başlar. Bu ilişkilerde genellikle karşı tarafın duyguları, sınırları ve rızası hiçe sayılır. Kişi, karşısındakine ‘sahip olmak’ ister, ve bu sahiplenme arzusu zamanla psikolojik baskıya, tehditlere, takibe ve hatta fiziksel şiddete dönüşebilir.
İddiaların odağındaki Berk Çetin’in Danla Bilic’e yönelik davranışları, bu çerçevede incelendiğinde, bir ‘aşk’ ilişkisinden çok, patolojik bir bağlanmanın belirtilerini taşıyor. Bilic’in iddialarına göre, yaşananlar sadece fiziksel şiddetle sınırlı kalmadığını, tehdit, baskı, takip ve duygusal manipülasyon gibi psikolojik şiddet unsurları da içerdiğini gösteriyor.

Takıntı ve Kontrol İhtiyacı
Takıntılı bireyler genellikle özgüven problemi yaşar, terk edilme korkusu taşır ve ilişkide kontrolü kaybetme düşüncesi onları agresif tepkilere iter. Bu durum, kişide bir tür ‘ilişkiyi yönetme hakkı yalnızca bana ait’ algısı oluşturur.
Bu algı ise, karşı tarafın iradesini hiçe sayarak onu fiziksel ya da duygusal olarak baskı altına almaya kadar varabilir.
Danla Bilic’in ifadesine göre, yaşadığı süreçte defalarca rahatsız edilmesi, fiziksel ve psikolojik şiddet görmesi ve sonunda uzaklaştırma kararı alması, bu durumun ciddi boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Bu, yalnızca bir ayrılık sonrası yaşanan ‘kıskançlık’ ya da ‘duygusal patlama’ değil; kontrol arzusunun patolojik hale geldiği bir psikolojik takıntının dışavurumudur.
Kadına Şiddetin Psikolojik Kökenleri ve Duygusal Şiddet
Bu olay, Türkiye’de kadınların sıkça maruz kaldığı duygusal ve fiziksel şiddetin, çoğu zaman “kıskançlık” veya “aşırı sevgi” gibi yanlış kavramlarla meşrulaştırıldığını gösteriyor. Oysa gerçeklik şudur: Takıntı, sevgi değildir. Kontrol etme çabası, değer vermek değil, değerini gasp etmektir. Kamuoyunun önündeki bir kadının yaşadığı bu travmatik süreç, görünürlüğü olmayan binlerce kadının yaşadığı benzer durumları da gündeme taşımalı.
Şiddet yalnızca fiziksel darbe değil, aynı zamanda bir kişinin zihnine ve duygularına uygulanan baskıdır.
Danla Bilic ve Berk Çetin olayında ortaya çıkan tablo, bize açık bir şekilde şu soruyu sorduruyor: Sevgi adı altında gösterilen bu davranışlar gerçekten ‘aşk’ mı, yoksa ‘esaret’ mi? Psikolojik açıdan bakıldığında bu durum, saplantılı bir zihnin özgür bir bireyi kontrol etme çabasıdır.
Takıntılı ilişki dinamikleri, yalnızca kişisel değil, toplumsal olarak da farkındalık geliştirilmesi gereken, ciddi psikolojik ve hukuki sonuçlar doğuran bir sorundur.
Kadına Yönelik Şiddet ve Psikolojik Dinamikler
Kadına yönelik şiddet, yalnızca fiziksel bir eylem değil, derinlerde yatan psikolojik dinamiklerin bir yansımasıdır. Bu şiddetin kökeninde; öğrenilmiş davranışlar, travmatik deneyimler, toplumsal cinsiyet rolleri ve bilişsel şemalar yatar. Peki, hangi psikolojik mekanizmalar kadına şiddeti besliyor? Şiddet uygulayan bireylerin zihninde hangi şemalar hâkim?
Öğrenilmiş Çaresizlik ve Nesillerarası Aktarım
Şiddet, çoğunlukla ‘öğrenilmiş bir davranış’ modelidir. Çocukluk döneminde şiddet gören veya şiddete tanık olan bireyler, yetişkinliklerinde bu davranışı normalleştirebilir. Sosyal Öğrenme Kuramı’na (Bandura) göre, rol model alınan figürlerin davranışları taklit edilir.Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve ‘Erkeklik’ Şeması
Geleneksel toplumlarda erkekler; güçlü, kontrol eden ve duygularını bastıran bireyler olarak yetiştirilir. ‘Toksik maskülenite’, erkeklerin şiddeti bir güç gösterisi olarak kullanmasına neden olabilir.Narsisistik Yapılanma ve Kontrol İhtiyacı
Şiddet uygulayan bireylerde sıklıkla narsisistik eğilimler görülür. Kendini üstün gören, empati yoksunu ve aşırı kontrolcü kişiler, partnerlerini bir ‘uzantı’ olarak görüp onların davranışlarını denetlemeye çalışır.
Çözüm Ne Olabilir?
Erken müdahale ve psikoeğitim: Şiddet döngüsünü kırmak için bilişsel-davranışçı terapi (BDT) ve şema terapi etkili olabilir.
Toplumsal farkındalık: Erkeklik algısının yeniden tanımlanması gerekir.
Güçlendirme programları: Kadınların ekonomik ve psikolojik özgürlüğünü desteklemek şiddet döngüsünü kırabilir.
Kadınlar Neden Kalıyor?
Şiddet mağduru kadınlar, çeşitli psikolojik mekanizmalar nedeniyle bu ilişkilerde kalabilir.
Stockholm Sendromu: Mağdur, kendisine zarar veren kişiye bağlanabilir.
Öğrenilmiş Çaresizlik: ‘Kaçsam da kurtulamayacağım’ inancı, pasifliğe iter.
‘Yetersizlik’ Şeması: ‘Ben de suçluyum’ düşüncesi, özgüveni zedeler.
Şiddet Bir Tercihtir, Kader Değil!
‘Terkedilme’ şemasına sahip olan bireyin, partnerini kaybedeceği korkusu, sahiplenici ve şiddet içeren davranışlara yol açabilir. Şiddetin psikolojik kökenlerini anlamak, önleme ve rehabilitasyon süreçlerinde kritik öneme sahiptir. Hem şiddet uygulayan hem de mağdurlar için terapötik müdahaleler, bu karanlık döngüyü kırmada en güçlü araçlardan biridir. Unutmayın: Şiddet asla çözüm değildir!
Ankarahaberler.com‘un haberine göre, bu tür takıntılı ilişkilerin ve şiddetin toplumsal anlamda daha fazla görünür kılınması gerektiği açıkça ortadadır.